Neredeyse çeyrek asır geçti üzerinden. 17 Ağustos 1999… Büyük Marmara Depremi. Daha önce bu ölçüde bir deprem afeti tecrübesi olmayan bölge insanı hazırlıksız yakalanmıştı. Yapı teknikleri kötü, yönetmelikler yetersiz, binalar çürük ve müteahhitler doyumsuzdu. Zemin kalitesinin önemini bilim insanları çok iyi biliyordu ama aç gözlü müteahhitler ve onlardan hiç de aşağı kalmayan yer sahipleri, bilimsel hiçbir gerçeği gözetmeksizin, fütursuzca ve aç gözlülükle çökmüşlerdi inanların hayallerine. Çoğu mühendislik hizmeti bile almadan, evler bir bir hızlıca yükselmişti. Ve takvim yaprakları 17 Ağustos’u gösterdiğinde, gecenin karanlığında bir millet sallandı ve yıkıldı… Evler adeta iskambil kağıdından yapılmış gibi yerle yeksan oldu… Ne olduğu bile anlaşılamamıştı. Devlet ne kadar seferber olmaya çalışa da yıkım ve kayıplar çok büyüktü. Yardım ekipleri yetersiz ve eğitimsizdi. Vatandaş kendi depremzedesini de kendisi kurtardı, cenazesini de kendi çıkardı enkazdan. Kendi yıkadı ve defnetti sevdiklerini... Binlerce vatandaş hayatını kaybetti ve yaralandı. Ortalık yangın yeri gibiydi. Yine asil milletimiz kenetlendi, yaraları sarmak için seferber oldu. Ama ne yardımları yerine ulaştıracak ne de dağıtımını yapabilecek bir organizasyon kabiliyeti vardı… Çok zor günlerdi velhasıl.

 Ardından vatandaşta az da olsa bir bilinç oluştu. Yönetmelikler ve beraberinde yapı teknikeri değişti. Afet sigorta kurumu bile kuruldu. Profesörler, uzmanlar ekranlarda gezip halkı bilinçlendirmek için canhıraş mücadele ettiler. O zamanın çocukları şimdinin yetişkinleri oldular ama maalesef yine olmadı. Değişmedi yine çoğu şey. Ne açgözlülüğümüz ne bilime ve bilimsel gerçeklere olan vurdumduymazlığımız ne bilinçsizliğimiz ve ne de unutkanlığımız… Değişmedi…

Bunun en acı göstergesi Maraş depremleri sonrası yaşananlar oldu. Ağır tablo yüzümüze tokat gibi çarptı. Milyon milyon liralara satılan ve daha birkaç ay önce inşa edilmiş ultra lüks siteler birbiri ardına yerle bir olurken, tarım arazilerine yapılan apartmanlar yıkılıp yüzlerce kişiye mezar olurken, depremde ayakta kalması elzem olan kamu binaları moloz yığınına dönerken ve yardımlar organize bir şekilde depremzedeye ulaştırılmaktan çok uzak iken, bu akıl almaz ders almama ısrarımız bize yine çok acı tecrübelere mal oldu. 50 binden fazla insanımız canlı canlı toprağa gömüldü.

Şimdi bilim insanları bizleri yine uyarıyor. Tehlike bu defa öncekilerle mukayese kabul etmeyecek kadar büyük. Büyük İstanbul depremi kapıya dayandı. Büyük Marmara ve Maraş depremlerinden ders almama cahilliği adeta intihar etmek gibi bir adıma dönüştü. Binlerce evin yıkılacağı, milyonlarca vatandaşın öleceği, dev yangınların çıkacağı, enkazdakiler için kurtarma ekiplerinin, hayatta kalanlar için yardım ekiplerinin kentlere bile giremeyeceği, ulaşımın tamamen duracağı ve kentlerin içinde yaşayanlar için adet bir kapana dönüşeceği senaryolar dillendiriliyor. Bilim insanları şimdiden İstanbul’u terk edeceklerini açıklıyorlar. İş sadece mega kent İstanbul ile sınırlı kalsa yine iyi. Tüm Marmara’yı etkileyecek deprem kapıda. Ancak ortada ne toplu konut projeleri ne mega kent projeleri ve ne de merkezi hükümet ya da belediyeler eli ile yürütülecek ve yapı stoğunun büyük çoğunluğuna tekabül edebilecek kentsel dönüşüm projeleri var.

Sanki makus talihimize razı, deprem öncesine değil de sonrasına konsantre olmuşuz gibi bir durum var ortada. İnşallah ensemizde nefesini hissettiğimiz deprem rötar yapar. Bu sayede toplumun bilinçlenmesine, vatandaşta kentlilik bilincinin yerleşmesine, insanların yaşadığı şehir, ailesi ve kendi için gerçekçi ve cesur adımlar atacak düşünceye sahip olmasına, şehirlerin depreme dayanıklı hale gelmesini sağlayacak projelerin hayat geçmesine ve unutkanlığımızın sona ermesine yetecek kadar rötar yapar. Yoksa işimiz gerçekten çok zor…

Kalın sağlıcakla…