İnsan sosyal bir varlıktır. Fert olarak düşünmesiyle, duygularıyla, inançlarıyla sosyal bir varlık… Yani düşündüklerini, hissettiklerini çevresiyle paylaşmak ister, inancını çevresine yaymak ister. İnsanı insan yapan da belki bu yönü…
Buraya kadar bir sorun yok, ancak onun dışarıya, yani topluma verdiği mesajlar, mutlaka ondan belli bir tepki alarak geri dönecektir. İşte çatışma burada başlar. Bu tepkiler illa olumsuz da yansımayabilir. Ancak olumlu veya olumsuz bu tepkiler sonucu, insanla çevresi arasında bir iletişim başlar. Bütün mesele soğukkanlılıkla, bunu kopma noktasına getirmeden sürdürebilmekte. Ancak ne yazık ki bu çoğu zaman mümkün olamamaktadır. Gerek bireylerin kendi arasında veya bireyle toplum arasında ve gerekse toplumlar arasında iletişimi sürdürememek sanıyorum ki insanoğlunun en büyük problemidir ve bunun da sayısız sebepleri var.
Menfaat ve kötü niyetlerin rol oynadığı ilişki ve çatışmaları bir yana bırakırsak, bunların haricindeki ilişkilerde yaşanan kopma veya çatışmaların temelini anlama kültürüne sahip olmamamız oluşturuyor. Anlamak, düşünce kabiliyeti olan insana has bir özelliktir. Ama bu özelliği geliştirmek ve kullanabilmek de genelde az becerdiğimiz bir durum. Oysa medeniyetlerin temelinde anlama kültürü vardır!.. Anlama, diyalogu getirir, anlama hoşgörüyü getirir, barışı getirir, anlama birliktelikleri ve birlikte iş yapabilmeyi, gelişmeyi getirir.
Anlamanın olmadığı yerde duygular vardır, içgüdüler vardır: Kızarsınız, bağırırsınız, tahrip edersiniz veya sırtınızı dönersiniz. Anladığınız ve anlaştığınız noktada ise iki iseniz bir olur ve aynı ufka yönelirsiniz. Bu basit ama temel kıyaslamaları hayatınızdaki bütün ilişkilerde yapın. Anlamanın önemi o zaman çok daha iyi ortaya çıkacaktır. Zira anlamak yapıcı bir eylemdir, reddetmekse yıkıcı… biri barışçıdır, diğeri kavgaya çağırır sizi!..
Hayat boyu gösterdiğimiz hareketlerin tümü bir şeyler ifade etmeye yöneliktir. Konuşmak bunun daha gelişmiş şeklidir. Ancak acı bir gerçek varsa o da insan olarak, ifadenin en gelişmiş biçimi olan konuşma dilini kullanmamıza rağmen, birbirimizi anlamamak için adeta özel bir gayret gösterdiğimiz gerçeğidir. Bu dinleyen için böyleyken, konuşan için farklı mıdır? Hayır. Ne yazık ki dinleyen durumuna düştüğümüz anda gösterdiğimiz tutum hep aynı olmaktadır. O halde demek ki anlama, kültürel, ahlaki, bilinçli bir tutumdur. Bundan uzak olmanın cezası ise, ilişkilerdeki gerginlik, sevgisizlik ve gelişmede dumura uğramak şeklinde tanımlanabilir.
Ağlayan bir çocuk sesi hepimizi rahatsız eder. Sinirlenip, tepki gösterip oradan uzaklaşmak da mümkün, çocuğun dile getirdiği sorunu çözmeye çalışmak da… Birincisi, yapılacak en kolay iştir. Ancak bu reddedici bir tavırdır. Bu tavır bencil bir davranış olmanın ötesine geçmeyen, diyalogu koparıcı bir davranıştır. Dolayısıyla bu hareketimiz ne çocuğu anlamamıza, ne de ifade etmek istediği sorunu çözmemize imkân sağlar.
Zıtlaştığınız noktada uzaklaşırsınız; anlamak yaklaşmaktır, yakınlaşmaktır.
Anlama kültürü bağlamında bir risk de vardır ki o da yaftalamadır. Yani bir hareketi, bir olguyu yalnızca bizim gözümüze yansıyan boyutuyla görüp mahkûm etmek. Oysa geleneğin bir sözü vardır: “Zarfa değil, mazrufa bakılır.” Yani önemli olan zarfın kendisi değil, içindekidir. Olayların iç yüzünü araştırdıkça bazen ne derece haksız yargılarda bulunduğumuzu anlarız. Unutmamak lazım ki, hiçbir şey, sebepsiz ortaya çıkmaz. Her olayın, her durumun ve her ferdi ve toplumsal hareketin belki sayısız nedeni vardır. Onları dikkate aldığımız zaman sonuç olarak ortaya çıkmış her şeyi daha iyi anlayabiliriz. Ve anlaşmak da anlamakla başlar.
Toplumların mantığı üniformal yapıya şartlandırıldıktan sonra, insanların farklı görüş, düşünüş ve davranışlara tahammül etmesini bekleyemezsiniz. Artık o yapıdan, mantaliteden sıyrılmak için belli bir sürece ihtiyacı olacaktır. Bu süreç ve mücadelenin yaşanması gereklidir, çünkü aydınlanma ancak o şekilde oluşacaktır.
Bizler yıkılmış bir medeniyetin insanlarıyız. Bu yıkıntılar üzerinde yıllarca belli söylemlerle yüzümüz aynı yöne çevrili olarak debelenip durduk. Artık dileyelim ki kimse kimseye masal anlatmasın, herkes kendisini ortaya koysun ve başkalarını ve onların başkalıklarını anlamaya çalışsın, onlara sırtını dönmesin ve kısılmış gözlerle bakıp diş bilemesin. Bu çağrı ve dilek herkes içindir; ancak hepimizin bunu uygulamaya başlayıp, teşvik etmesi halinde bir uyum zemini oluşturabiliriz. Aynı tekerlemeleri birbirine söyleyen değil, düşünen ve düşündüğünü aktaran ve karşısındakinin düşüncesini de anlamaya çalışan…
Eğer insanlık âlemine yeni ve özlemi duyulan hakça ve medeni bir dünya sunmak istiyorsak, bunun yolu yüksek ahlaki ve düşünsel değerlere ulaşmaktan ve bunları birlikte geliştirmekten geçer. Herkes kendi bulunduğu yerden, kendi algılama biçimiyle sorunlarını dile getirmek durumundadır ve bize, hepimize düşen de bu durumda birbirimizi anlamanın yollarını aramak olacaktır.
Unutmamak lazım: Hırsa kapılmak, dalaşmak ve kızmak vahşi, anlamak ve anlaşmaksa medeni bir davranıştır. Sözlerimizi Yahya Kemal’in bir sözüyle bitirelim:”İNSAN, İNSANA UFUKTUR.”