Kalbimi elime alıp maziye doğru yolculuğa çıktığımda görüyorum ki; milyarlarca insan gelip geçmiş şu garip gezegenden.

Klasik felsefeye baktığımızda insanın “düşünen varlık” olarak tanımlandığını görürüz. Peki, insan sadece düşünen varlık mıdır?

Birçok bilgin insanları diğer varlıklardan ayıran kırmızı çizginin düşünme yetisi olduğunu söyler. Bence bu eksik hatta yanlış bir tanımdır. Ne yani hayvanlar düşünemez mi?

Tabi ki düşünürler ve kavrarlar ancak onlar insanlar gibi perspektif ve ince düşünemezler yani sığ bir düşünme yetisine sahiptirler. Tabiri caizse hayvanlar buz dağının görünen kısmıyla yetinirken insanlar suyun altında yatanı arar. Dolayısıyla farklı düşünce yapısına ve etik değerlere sahip insanlar buluruz toplumda. Ancak bu su altındakini bulma arayışı her zaman masum olamayabilir ve ne yazık ki insanlar etiketlenmeye o kadar müsait ki hepimiz bir şekilde önyargıların kurbanı oluyoruz.

Bir bipolar, bir şizofren, bir depresyon hastası, bir deha, bir disosyetif…

Adına ne ad verirsek verelim bu insanlar toplumda kendilerine bir yer bulamıyorlar. Bu insanlar aptallar mı?

Hayır, tam aksine çok zeki insanlar. Ama topluma asla adapte olamıyorlar.

Neden?

Çünkü İnsanlar kendilerine adeta bir yapboz parçası ararlar. Kendilerine tam uygun olan pürüzsüz bir parça; ama ne yazık ki kayıp bir parça…

Düşünüyorum da üstün zekâlı bir insan tabi ki diğer insanların arasına girmez, onları kendine denk görmez. Peki, zihinsel olarak üstün olmak bir ayrıcalık mı yoksa baş belası mı?

Diğer insanların göremediği birçok şeyin farkında olacaksın gerektiğinde suyun en derinlerine dalıp en görünmez buz parçasını arayacaksın, bulduğunu sorgulayıp bir de üstüne bunu yaşamında uygulayacaksın. Ya gerçekliğin farkında olarak deli zihninde kaybolacaksın ya da dünyanın en güzel hislerinden olan sevme sevilme duygusunu yaşayacaksın.

Yaradan yarattıklarının arasına yetenekli insanları da serpiştirmiştir. Bunlar şanslı ve bir o kadar da şanssız insanlardır. Çünkü; Yaratanın ve insanların yüklediği sorumluluklar altında ezilmekten korkarlar. Hevesleri kırılır ve artık o yeteneklerini kullanmak istemezler. Bu insanların hayatında onları kötü etkileyen kişiler olduğu gibi bir de onları hayata geri kazandırmak isteyenler de vardır elbet. Bu kişiler naif dokunuşlarıyla onların yeteneklerini keşfettiklerini belli ederek, onların ilgi alanlarıyla ilgilenerek, değer vererek ve destekleyerek onları hayata geri kazandırmak isterler. Birilerinin, yaptığınız şeyleri takdir etmesi, beğenmesi sizi mutlu eder. Özgüveni kırılmış bir kişinin hayatında onu bu denli iyi yönde etkileyen birisi varsa, kişi hem kendisi ile barışır hem de mutlu hissetmeye başlar. İnsan birilerinin desteğini aldığı sürece her şeyi başarabilir. Voltaire’nin dediği gibi “Kendine güvenen herkes dünyayı yönetebilir.”

Maalesef toplumlarda o kadar bastırılmış insan var ki, taşıdıkları potansiyeller keşfedilemediği için heba oluyorlar. Potansiyellerini bir sandığa kilitleyip anahtarını yüreğinin kumsalına gömen bir sürü insan...

Gelin kilitlenmiş sandıkların zincirlerini hep beraber kıralım. Fark edelim, ellerinden tutup, onları varoluşlarının gücüne inandıralım. Desteklendiğini hissedenler için başarı kaçınılmaz olur. Bu başarı da kişinin değil toplumun, insanlığın, tarihin başarısı olur…