Her insanın yaşadığı ve yaşamak istediği dünya farklı...

Yiyorsun, içiyorsun, eğleniyorsun, günlük hayatını idame ettiriyorsun…

Ama hangimiz farkına vardıklarımızın tadına varabiliyoruz?

Soluduğun şehir ile solumak istediğin şehir farklı oluyor. Yaşadığın iç dünya ile gösterdiğin dış dünya farklı oluyor. Bütün derin hüzünlerini mecburi gülüşlerinin altına gizliyorsun bazen…

Gülmek zorunda olduğun, güçlü olmak zorunda olduğun bir dünyayı soluyorsun. Her şeyin en iyisini yapıyorsun fiilen...

Kazançların, işinin imajları, toplumdaki çevren, etrafındaki insanlar…

Ruhun dışında her şeyin mutlu…

Ruhunun gıdaları dışında her şeyin tam, ama unuttuğumuz bir şey var işte…

İnsan ruhunun isteklerini yaşadıkça mutlu oluyor…

En azından kimilerimiz. Bastırılmış duygular, yaşadığın coğrafyanın aksaklıkları, toplumsal yargılar…

Hepsi ruhunu boğuyor kimi zaman…

Kimse kendisi değil…

Olamıyor…

Kitap okuyana asosyal, yazı yazana melankoli, çok eğlenene sorumsuz deniyor. Oysa kimse yüreğine sorumluluk yüklemeyi bilmiyor…

Sığlıklarda boğulduğumuz bir düzenin emanetçisiyiz…