Kur’an, insanların arkasından dedikodu yapmaktan yani gıybet etmekten alıkoymak için bir tür vicdan eğitimi önermiştir. Duyarlı bir vicdanın dedikodu yapılmasından rahatsızlık duyacağına ve bireyi bu davranıştan vazgeçirebileceğine dikkat çeken Kur’an, vicdanın etkin ve uyanık tutulmasını istemiştir. Kur’an, bu önerisini mübalağa, benzetme gibi çeşitli anlatım sanatları kullanarak tasvir etmiştir. Yüce Allah’ın, gıybet etmeyi ölü insan eti yemeye benzetmesi, gıybet etmekten nefret duymayı sağlamaktır. İnsan eti yemek bozulmamış insan fıtratına, sağduyuya ters düşer. Ayrıca ilâhî değerlere göre de yasak bir davranıştır.

 Âyette, gıybet etmek suretiyle bir kimsenin onuruna saldırmak, ölmüş haldeki kardeşin etlerini parçalayıp büyük bir iştahla yemeye benzetilmektedir.  Âyette, gıybetin çirkinliğini ifade etmek için birçok mubâlağalı anlatıma yer verilmektedir. Takrir ya da inkâr amaçlı sorulmuş olan soruda, bu iğrenç işi yapmaya arzu ve istek duyulduğu dile getirilmektedir. Nefret duyulması gereken bir işin, sevilerek yapıldığı belirtilmektedir. Ölmüş bir canlının etinin yenmesi insana iğrenç gelirken, ölmüş bir insanın etinin yenilmesinin tasvir edilmesi bu iğrençliği daha da artırmaktadır. Benzetmede, eti yenen kişinin kardeş gibi yakınlık bağı olan bir kimse şeklinde tasvir edilmesi, olayı daha da dramatik hale getirmektedir. Âyette geçen “ahadukum” (sizden biri) ifadesi, eti yenen kimsenin yabancı biri değil, onların içinden biri olduğuna işaret etmektedir.

Âyette yapılan benzetme, soru biçiminde ortaya konularak insanlar üzerinde daha büyük bir etki bırakma amaçlanmıştır. Böylece gıybet edenin kendi vicdanına dönerek, ölmüş kardeşinin etini yemeye razı olup olamayacağına karar vermesi istenmiştir. Ölmüş kardeşinin etini yeme konusunda verdiği kararı, gıybetini yaptığı kimsenin onuruyla oynama konusuna da genellemesini önermiştir. Yüce Allah, gıybeti ölmüş kardeşin etini yemeye benzetmeyi soru biçiminde ortaya koyarak muhatap üzerinde derin bir etki bırakmayı amaçlamış, her şansın vicdanını sorgulamasını sağlamıştır. Âyette geçen “fe kerihtumûh” (işte bundan iğrendiniz) ifadesi, insanın ölmüş birisinin etini yemeye yaklaşamayacağını, bunun tiksindirici

olduğunu, aynı durumun gıybet hakkında da geçerli olup ondan da uzak durulması gerektiğini anlatır. Kur’an kültürü sayesinde, “ölü kardeşin etini yeme” ile “gıybet fiili” müslümanların bilinçaltında eşleştirilmiştir. Öyle ki, az çok Kur’an bilgisi olan her mü’min, “gıybet” denildiğinde ölü kardeşin etini yemeyi aklına getirir. Hucurât sûresinde gıybeti tasvir eden âyetin ilk bakışta çağrıştığı anlamı bile insanı gıybetten sakındırmaya, uzak tutmaya yetecek mahiyettedir. Çünkü “gıybet” söz konusu olduğunda, mü’minin zihninde çirkinliğin son haddine varmış bir davranış çağrışım yapmaktadır. Bozulmamış insan doğası, özellikle de Kur’an ahlâkıyla şekillenen mü’min kişiliği, akla gelebilecek en büyük çirkinliği, kötülüğü çağrıştıran gıybetten kolaylıkla uzak durabilecektir. Bir davranışta bulunurken içimizde bu davranışa ve bu davranışın muhataplarına karşı sevgi ve derin bir ilgi besleyebiliyorsak vicdanî bir eylemde bulunuyoruz demektir. Vicdana bağlı hissin temel vazifesi iyiyi, doğruyu sevmektir. Bu his, erdemli davranışlar karşısında sevgi ve hoşlanma duyguları uyandırırken; her türlü haksızlık karşısında hoşlanmama duygusu, antipati, nefret duygusu meydana getirir. Vicdanın işlevine eşlik eden iğrenme duygusu, davranışları kontrol etmede etkili bir faktördür. Yapılan benzetmede geçen “e yuhibbu” (sever mi, hoşlanır mı?) ve “fe kerihtumûh” (ondan hoşlanmazsınız, tiksinirsiniz, nefret duyarsınız) ifadeleri, kardeş eti yeme gibi bir olay karşısında insanın duygusal yönünü öne çıkarmaktadır.