Bismillah diyerek başlamak istiyorum. Bu gece Cuma gecesiydi, şöyle geriye doğru bir tefekkür ettim yatsı namazından sonra. Biz hangi badireleri yaşadık, ne mücadeleler verdik, bu günkü halimiz nedir diye.
İslam’ın doğuşundan itibaren başlayan Hak Batıl mücadelesinde çok sıkıntılar, riskli dönemler, varoluş veya yok oluş aşamaları yaşadık. Yenildiğimiz zaman, çok kıymetlilerimizi kaybettiğimiz zamanlar oldu. Aç kaldık, susuz, barınaksız, elbisesiz kaldığımız ne zor günler gördük İslam milleti olarak. Ama pes etmedik, direndik, değişmedik, değerlerimizi, inancımızı, medeniyetimizi korduk, geliştirdik, dünyaya örnek olduk.
Bunca zorluğu yenen bu millete ne oldu ki, bu gün kendimizi tanımaz hale geldik. Ne camimiz, ne sokağımız, ne ailemiz, ne çarşı-pazarımız, ne ticaretimiz, hiçbir şeyimiz kalmadı. Burada düşman bizi keşfettiğini görüyoruz. Bu İslam toplumunun, Türk milletinin savaşla, göğüs göğüse mücadele ile yenilemeyeceğini anladılar. Sonra bizi azar azar, yavaş yavaş, ama her alandan muhasaraya alarak, kendi içimizden seçtikleri silahşörlerle, bizden görünen şövalyelerle savaştırdılar. Hatta savaştırmadılar, onlar bize iyilik eder gibi davranıp, bizi tarumar olacak aşamaya getirdiler.
Gençlik dönemimizde beşeri doktrinlerle mücadele verdiğimiz her doktrin şu anda damarlarımıza kadar işledi. Mesela biz pragmatizmi çok ayıp görürdük. Pragmatiz- menfaatçilik. Hem Müslüman hem menfaatçi nasıl olunabilir. Bu bir imkansızdı bizim inanç ve medeniyetimizde. İslam’ın ve toplumun menfaati olurdu bizim hayatımızda. Batıdaki menfaatçiliği hayvansal bir nitelik olarak düşünürdük. Çünkü hayvanlar menfaatleri için her türlü vahşiliği sergilerdi. Ama insan ve Müslüman kendi menfaatine bir davranış sergilese, ona hayvanlaşmış bir insan olarak bakardık.
Egoizm- enaniyet; bu düşünce başlı başına bir hastalıktı bizim gençliğimizde. Kendini düşünen insan, savaşa gider mi, çalışır mı, üretir mi, toplum için bedava iş yapar mı, komşusuna yardım eder mi?
Hepsi hayır...
Kendinin palazlanmasını, yükselmesini, makamlara gelmesini, zenginleşmesini düşünen bir insandan aslandan kaçar gibi kaçardık. Çünkü bu hastalık toplumu yıkar, derdik. O zaman kimse makam istemezdi. Layık görülür ve ilgili makamlara getirilirdi kişiler. O makama gelen de liyakatı gereği herkesin işini kendi işiymiş gibi çözerdi.
Rasyonalizm- akılcılık; Biz aklı esas alırdık ama yetersiz görürdük. Eğer akıl tek başına yetseydi, herkesin aklı bir noktada birleşirdi. Oysa insan sayısı kadar değişik fikir ve iddialar toplumda var ise aklın yetersizliğini ifade eder bu. Akıl ile nakilin birleşmesiyle ortak müştereklerde ittifak sağlanırdı.
Komünizm, Sosyalizm, Kapitalizm, Siyonizm gibi tüm beşeri ideolojilerin ayağı yere basmayan, insanlığı sömürmeye matuf, her birinin onlarca eksik ve gediğini bilir, konuşur, tartışırdık ve bu ideolojileri çürüttüğümüz için bunlara itibar etmezdik.
İnanç noktasındaki Deizm, Teizm, Hinduizm vs. dini inançlar da beyin süzgecimizden geçerdi. Kıyaslardık, çürük taraflarını görürdük ve kendi inancımızın ulviliğini görürdük.
Ama gel gör ki, bu gün bu hastalıkların hepsi şehrimizde, ülkemizde, komşumuzda, ailemizde, hatta kendi bünyemizde yer bulmuş ve barınmaktadır. Biz nasıl bu şekilde bir değişime dönüşüme maruz kaldık diye düşündüğümüzde, bu değişimin bıkmadan, usanmadan azar azar uygulanan reçetelerle bu dönüşüme maruz kaldığımızı görmekteyiz.
Öyle ki, ilk önce çok şiddetli tepki verdiğimiz konuları sürekli göre göre, muhatap ola ola, sindire sindire dönüşüm sağlandı. Öncelikle yeni nesillerde, okullarımızda, TV ekranlarında, sinema, tiyatroda, sokakta, pazarda, panayırda, düğünde, sünnette, kısaca her yerde gördüğümü bu absürt düşünce ve yaşam tarzları bu gün bizim üzerimize kalın bir yorgan olarak örtüldü. O yorganın altında horlayarak uyur hale geldik.
Uyanmazsak, uyanamazsak, kendimiz, geçmişimizi hatırlayamazsak, yeniden bir dönüşüme gayret etmezsek o yorgan betona dönüşecektir. Bu sapıtmış zihniyetlerle aramıza mesafe koyamazsak, tarafı belli olma yerine karma bir hayatı tercih edersek, her gün onlar gibi olacağımız net bir sonuçtur. Bir karar vermek zorundayız.
Selam ve saygıyla...