Hepimiz görüyoruz; biri diğerini, diğeri öbürünü suçluyor. Sonra hakemlik camiasına toplu eleştiri! Böyle durumlarda ilk duyulan söz, "Hemen istifa etsinler"

Ardından istifalar geliyor. Yeni yönetimler, yeni sistem; lakin hikayemiz hiç değişmiyor, sonuç hep aynı.

Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, güzel yurdumuzda da futbol çok seviliyor. Bilinen bir atasözümüz var. "İnsan sevdiğini yerden yere vurur" misali herkes birbirini yerden yere vurduğu- tabire caizse- bir kör dövüşü şekline dönüşmüş bir kısır döngü içerisinde debelenip duruyoruz.

Ve maalesef kimse sorunun çözümü yönünde doğru bir öneri sunamıyor. Eskilerin deyimiyle; "Aynı hamam, aynı tas"

Peki ne olacak bu futbol dünyamızın hali?

Bizim en büyük eksiğimiz sanıyorum kendimizi iyi tanımıyoruz. Böyle olunca çözümden uzaklaşıp, karşılıklı suçlama yanımız ağır basıyor. Oysa bu mizacımız biz Türk milletinin dokunsal ağırlıklı bir yapıya sahip olduğumuzu anlattığı gerçeğini ortaya koyuyor.

Geçmişte amatör olarak futbol oynamış; futbolu az-çok bilen bir futbolsever ve bir kişisel gelişim uzmanı olarak almış olduğum eğitimler neticesinde bu nihai açıklamayı yapabiliyorum.

Her şeyi duygularımızla yaşama anlayışımızın temsil sistemlerindeki karşılığı: DOKUNSAL'lık olarak açıklanmakta.

Buna göre Türk toplumunun yüzde yetmişinin dokunsal ağırlıklı olduğu söylenebilir. Yaşamımızı birbirimize dokunarak, dokundurarak duygu yoğunluklu yaşadığımız bilinen bir gerçek.

İşin içinden çıkamadığımız zamanlar kendimizi Avrupa ile kıyaslama yoluna gidişimiz de bundan aslında.

Oysa temsil sistemine göre Avrupalı ya da batılı tabir ettiğimiz toplumların yüzde sekseni görsel ağırlıklı insanlar.

Bu durumu örnekleyerek kısaca şu şekilde açıklamak gerekirse; yazın deniz kenarında güneşlenirken onların kitap okuma gayretleri görsel özelliklerinden gelmektedir.

Peki yazın denizde biz ne yapıyoruz?

Milli deniz sporumuz olan deve güreşi ya da suyun altından gidip habersizce bacağından yakaladığımız arkadaşımızı tepe-takla yapmak.

Farklı ortamlarda tanımadığımız kişilerle kolay arkadaşlık kurmak; "memleket nire?" sorusuyla bir yakın bağ oluşturmaya çalışmak tamamen biz dokunsalların işi.

Buna göre kendimizi ve Avrupalıları biraz olsun tanıdığımıza göre, artık futbolumuza dönüp, birlikte çözüm arayışına geçelim mi?

Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı sayın Mehmet Büyükekşi, bana göre çok doğru bir isim.

Sorunun çözümü yönünde sürekli bir çalışma ve yenilik peşinde olduğunu hep birlikte gözlemliyoruz.

Türkiye Merkez Hakem Kurulu Başkanı Sayın Prof. Dr. Lale Orta'da öyle.

Başlangıç olarak hatalı bir giriş yapmış olsa da, bunu kısa zamanda aşıp; eskiden beri sürekli eleştirilen hakemlik camiasını kurtaracak, federasyon başkanı ile uyumlu ve başarılı çalışmada bulunabilecek bana göre en doğru kişi.

Birincisi futbolu iyi bilen, Türk futbol tarihinin ilk kadın antrenörü ve ilk kadın hakemi unvanına sahip biri. Geçmişte bir süre futbol da oynamış, futbolu her yönüyle iyi bilen bir spor insanı. Üstelik doktora tezini de futbol üzerine yapmış bir akademisyen.

Yani hem alaylı hem mektepli.

Geçtiğimiz günlerde yurt dışında katıldığı bir seminerde, "Dünya'nın da tek kadın hakem yönetiminin başındaki, tek kadın yönetici olarak iftiharla ismi zikredilmiş biridir.

 Tüm bu özellikler bir arada değerlendirildiğinde; kısa zamanda olamasa da uzun vadede Türk futboluna ve hakemlik sistemine önemli katkı sağlayabilecek biri olduğu düşüncesindeyim.

Sonuca gelecek olursak; elbette duygularımızı yok sayamayız.

Bununla beraber; akıl, mantık, bilimsellik ve biraz da sabırla bu konunun nihai sonuca ulaşması için, birbirimizi suçlamaktan, futbol ve hakem camiamıza müdahale etmekten vazgeçip konunun uzmanlarının çözüm çalışmalarına destek verelim derim.

Siz bu konuda ne dersiniz…