Mümin sıfatı gereği insan, Allah’a,  onun emir ve iradesine bağlı ve saygılı kimsedir. Başına gelenin de varlık ve yokluğun da bir hikmeti olduğunu düşünerek zihinsel bir tevekküle ulaşmış olur. Bu durum onu başıboşluktan kurtaran yüce (aşkın)  bir iradenin varlığına inanmaya götüren en önemli etkendir. Eline geçene şükrederken, elinden çıkan için küfre (inkâr-nankörlük)savrulmaz. Zorlukları, aşılmaz denen engelleri, üstün bir sabır duygusuyla karşılar. Varlığa yenilmez, imkânlarla şımarmaz. Yokluk, sıkıntı ise bir hikmet ve sınavdır. Kaderinin tercihleriyle örtüşen bir hayat serüveni olduğunun farkındadır.

Etrafına hikmet nazarıyla bakar. Bakışı yamulmamıştır. Çirkinliklere itirazı olur. İyilik yapmak ve onu yaymayı ibadet neşesiyle yerine getirir. Çünkü bu, onun fıtratının yani yaratılışının gereğidir. Yüreğinin şefkatle harmanlanıp insani meziyetlerle donanması için çalışır çabalar.

 

Hak şerleri hayreyler

Zannetme ki gayr eyler

Arif onu seyreyler

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler

 

Deme niçin bu böyle

Yerincedir O öyle

Sabret sonun seyreyle

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler.

                               İ. Hakkı Erzurumlu

 

Tevekküle dair güzel cümleler dizeler bunlar. Susuzluktan kavrulan dillere şefkati sevgiyi kaybetmiş kalplere şifa cinsinden, yüzyıllar ötesinden bir ses, bir soluk, bir nefes gibi.

Hayatı yönetebilme, eylemlerimizi kontrol edebilme adına ‘’ fıtrat” insanının halini anlatıyor.

Dillerimizin zihinlerimizin gönüllerimizin hâsılı hayatlarımızın çoraklıktan bereketsizlikten kurtulması adına çok şey anlatıyor bu dizeler.

Allah rızası için ve samimi söylenmiş sözleri gök kubbede ziyan etmiyor Allah.

Yüzyıllar geçse de kulaklarınıza çarpıp hakikati haykırıyor.

Baktığını hikmetle görebilen bu ince düşünüş tarzı, mümince bir yaşamın ziynetidir.

İnsanı diğer varlıklardan ayıran bu ruhsal zenginlik, aynı zamanda insan olmanın da fazileti olarak değerlendirilmelidir. Dünyanın içinde bulunduğu körlük ve vicdan fukaralığı bu bakıştan mahrumiyetin eseridir.

“Müminin ferasetinden sakının çünkü O Allah’ın nuruyla bakar” hadisi şerifleriyle ufkumuza serilen hakikat budur.

Bakmakla görmek arasında ki fark, bakılan nesnenin, bakan tarafından ilahi fıtrata uygun okunmasıyla gerçekleşecektir.

Bu bizim inancımızda yaratılışa ve varoluş gerçeğine uygun bir “emek” sayıldığından, ibadet olarak kayda değer bir niteliğe kavuşur.

Bu bakıştan anlamlı eylem devşiren mümin, insanlık değerlerine pozitif katkısı sebebiyle ilahi övgüye layık olacak, Yüce Mevla’nın lütfuna mazhariyetin huzurunu duyacaktır.