Toplum olarak kutsala bakış açımız biraz değişik.

Öğretmenler kutsaldır.

Doktorluk kutsaldır.

Hemşirelik kutsaldır ama bu meslekleri yapan kadınlar kutsal değildir.

Annelik kutsaldır ama, kadınlık değil. Cennet annelerin ayakları altındadır ama herkesin kendi annesinin. Kendi annesine laf edecek insanı doğduğuna pişman edecek zihniyetler, kendi çocuklarının annesini, kendi çocuklarının gözü önünde, sokak ortasında doğramakta bir sakınca görmez.

Kadın cinayetlerine karşı tepki olarak kurulan bir sitede paylaşılan istatistiklere göre 2008-2024 yılları arasında 4016 kadın cinayeti işlenmiş. 2008 yılda 66 olan kadın cinayeti katlanarak büyümüş, 2023 yılı verilerine göre 415 kadın cinayeti kayıtlara geçmiş. Bu kadınlar en çok, hayallerle evlenip yıllarca aynı yastığa baş koydukları, sevdiği yemekleri pişirdikleri kocaları tarafından, çocuklarını doğurdukları eski kocaları, işten gelince terliklerini ayağına verdikleri babaları tarafından öldürüldüler. Beraber ilkokula gittikleri yıllarda akan sümüklerini temizledikleri erkek kardeşleri tarafından hatta daha korkuncu 9 ay karnında taşıyıp emzirdikleri, tırnaklarını kestikleri, hastalandığında başında bekledikleri, büyütüp yetiştirdikleri oğulları tarafından öldürüldüler.

Sadece 13 tanesi hiç tanımadıkları erkekler tarafından öldürüldü, diğerlerinin katillerine uzun süre hizmet etmişliği var. Ayrılmak istedikleri için öldürüldüler, evlenmek istedikleri için öldürüldüler, yanlış yöne baktı diye namus gerekçesiyle öldürüldüler.

Öldürülenler istatistiklerde birer rakam olarak yerlerini alırken, öldürülmeyip sürekli şiddete maruz kalan, dövülen, hakaret edilen, küçük görülen, alay edilen, taciz edilen kadınlarımız da var. Pek çok erkeğin bunu yapma sebebi sadece yapabiliyor olması. Gücünün buna yetmesi.

Az gelişmiş toplumlarda kız çocuğunun eğitime layık görülmeyip geçici bir süre evde bakılması gereken bir boğaz, namusunun itinayla korunması gereken bir yük olarak görülmesi. İçine doğduğu çekirdek ailesi tarafından makul bir bedel karşılığında, taşıdığı yükle beraber yeni sahibine, iadesiz olarak teslim edilmesi.

Aile içinde doğduğu andan itibaren erkek kardeşinden farklı bir muamele görmeye alışmış, kendini erkeklerin hizmeti için yaratılmış sanan ışıldayan kız çocuklarının ışığı yavaş yavaş sönerken, sorgulamaya gerek bile görmüyorlar: ‘Neden böyle olmak zorunda?’

Bir şekilde ailesi içinde sıkıntı yaşamadan, hak ettiği eğitimi alarak, aradığı işi de bularak çalışma hayatına atılabilmiş kadınlarımız ise başka sorunlarla mücadele ederler. Hem çalışan hem kadın olmak, işini bir erkek kadar hatta daha iyi şekilde yaparken akşam yemeğini de yapmak zorundadır. Gün içinde mesai saatinde yemek derdinde olan erkek bulamazsınız ama, kadın çalışırken ıspanak pişirmeyi, ıspanak yoksa alacağı lokasyonu, yanına koyacağı yoğurdu, salatayı planlamak zorundadır. Bazen kolaylık olsun diye yarın yiyeceği yemeği bugünden hazırlamak durumundadır. Anne olduysa eğer çocuğunun hayatının her ayrıntısına hakim olmak zorundadır, aşı zamanı, hangi ilacın dokunduğu, besin alerjisi olup olmadığı, öğlen ne yiyeceği, kaçta uyuması gerektiği. Bir kadın çalışıyorsa bir erkekten iki kat fazla performans sergiliyordur, anneyse üç katı.

Bir toplumda kadına verilen değer, medeniyetin ölçüsü olarak kabul edilmelidir. Kadına değer vermeyi öğrenmek aile içinde başlar. Erkek çocuklar, kadına nasıl davranılması gerektiğini, babalarının annelerine davranışına bakarak öğrenir. Kız çocukları hayatta nasıl bir sahip olduklarını aileleri içinde gördükleri değerden çıkarır. Şart dediğimiz eğitim, ailenin içinde, çocuk doğar doğmaz başlar. Okul çağına geldiğinde kişiliğinin büyük kısmı ailesi tarafından inşa edilmiş olur.

Kadın cinayetlerini, kadına şiddeti var eden toplum olduğu gibi bunu ortadan kaldıracak olan da aynı toplumdur.

Bir kızım bir oğlum var. Bu çarpık düzenin içinde, kızıma güçlü olmayı öğretmeye çalışıyorum ki karşılaşacağı tüm zorluklarla mücadele edebilsin. Oğluma nazik olmayı aşılamaya çalışıyorum ki girdiği hayatlara azap değil şifa olsun.