Ve artık seçim kapıya dayandı. Erken mi yoksa zamanında mı yapılacak?

Kim kiminle ittifak yapacak?

Cumhurbaşkanı adayları kim olacak?

Bu sorular sonunda yanıtını buldu. Şimdi milletvekili aday listeleri telaşı devam ediyor. Asrın felaketinin yaşandığı ve depremin yaralarının henüz sarılamadığı, bununla birlikte ekonomik krizin tüm etkilerinin iliklerde hissedildiği bir dönemde sandığa gidiyoruz. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş sonrası ilk dönemin ardından sandık başında olacağız. Bu seçimler hem bu ilk dönemin bir değerlendirmesi ve karnesi hükmünde olacak, hem de muhalefetin Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geri dönüş kartına, vatandaşın vize verip vermeyeceğinin görüleceği bir tercih seçimi olacak.

Peki seçmen hangi kriterlerle sandığa gidiyor?

Seçimini ne etkiliyor?

Onu hangi etmenler bir şeyin tarafı yapıyor?

Temelde üç kriter ön plana çıkıyor. Sosyolojik ve psikolojik etkileşimler ile rasyonel beklentiler…

Seçmen EVET mührünü basarken sosyolojik olarak yakın çevresinden oldukça etkileniyor. Her gün konuştuğu, akşam haberlerde izlediği konuları ertesi gün masaya yatırdığı, düşünsel olarak beslenip karşılıklı aktarımda bulunduğu, eş-dost, hısım-akraba, iş-okul arkadaşı ve komşu-esnaf gibi yakın çevresi ile yürüttüğü ilişki, seçmenin tercihini oldukça etkiliyor.

Psikolojik olarak, aidiyet duygusu taşıdığı fikir ve dünya görüşüne ait saiklerle, sandıkta taraf olmanın yönlendirmesiyle de oyunu kullanıyor. Tercihini birazda; takım tutar gibi parti tutma eleştirisi ile karşılık bulan bu yöntemle yapıyor.

Ben merkezci olarak da adlandırabileceğimiz ve bugün çoğunun genç kuşaktan oluştuğunu gördüğümüz rasyonel olarak hareket eden seçmen ise önceliğe kendi istek ve arzularını koyup, buna ulaşmasına vesile olacak seçimleri gerçekleştiriyor. Bu seçmen kitlesini sokak röportajlarında “Kim daha iyi yönetecekse oyum ona” diyen insanlardan seçebilirsiniz.

Peki sadece bu kadar mı?

Elbette hayır.

Seçmen önemli iki parametrenin de etkisi ile de mührü tercih ettiği logo ya da adayın fotoğrafının altına basıyor.

Tercih noktasında yukarıda saydığım kriterlere ilaveten iki önemli madde daha seçmenin kimi o makamda görmek istediğini belirliyor.

Birincisi samimiyet. Özellikle bizim gibi duygusal yönü kuvvetli toplumlarda, seçmen karşısına çıkan adayın samimi olmasına çok ehemmiyet veriyor. Adayların açıklamalarında, olayları değerlendirmelerinde, yaşanan gelişmelere yaklaşımlarına çok dikkat ediyor seçmen. Ve kendi laboratuvarında bir analiz gerçekleştiriyor. Ardından samimiyet testinden geçen adaya yöneliyor.

Son ve belki de en önemli parametre ise güven. Seçmen kendisinin 5 yılda bir elde edebildiği son sözü söyleme yetkisini kullanmadan önce, adayları bir yeterlilik sınavına da tabi tutuyor kendi iç dünyasında.

 “Bu aday bu işi yapabilir mi?” diye her birini sırayla kantara alıyor. İşi ve makamı teslim edeceği kişiye güven duymadan asla oyunu kullanmıyor.

Tüm bu kriter ve değerlendirmelerin neticesinde Türkiye’de seçmen bir tercih yapacak.

Bakalım kimler bu kriterlere uyup, ipi göğüsleyip, icraatın başına geçecek?

Seçmeni küçük görüp, vatandaşın sezgisini hafife alıp, ülke insanının değerlendirme kabiliyetini hor görenler mi?

Onlar elbette sınavda vatandaştan geçer not alamayıp sınıfta kalacak?

Bunu hep birlikte göreceğiz.

Kalın sağlıcakla…