1.Göz önüne getirme, hayal etme, zihinde canlandırma. 2. Tasarım. 3. Düşünce, amaç, niyet, maksat, plan.

 

Tasavurun  tarifi için öne  çıkan bir tanımlama bu.

Ne kadar önemli bir sürecin sonucu  olduğunu anlamak için bu  tarife  bakmak sanırım yeterli.

Zihinde inşa edilen bir bilinç altyapısının, tavır ve  davranışlara dönüşmeden önceki hali desek de yanlış olmaz hani.

Daha da somutlaştırmak mümkün olacaksa eğer bir binanın plan  proje  safhasındaki hali gibi.

Davranışın ete kemiğe  bürünmeden  önceki durumu gibi.

Hareketi anlamlı yada  anlamsız kılacak başlangıç  noktası tasavvur.

Bu planlama üzerinden devam edecek  bir sürecin tohum  hali vesaire…

 

İşte vicdan  dediğimiz olgu bu alanda şekillenip bir iç denetim mekanizması halini alıyor.

Onu destekleyecek tüm argümanlar bu alanda  kayıtlı.

Uçağın  kara kutusu gibi,

Bilgisayar işlemcisinin hard diski gibi. v.b…

 

Bu  alan tanzim edilmeyip, düzene sokulmadıkça

Bilinç düzeyinde bir kullanıma hazır hale  getirilmedikçe

Niyet ve hareket arasındaki uçurum izah edilemez biçimde kendini belli  edecek, saçmalıklar, anlamsızlıklar, yanlışlıklar çöplüğüne  dönüşecektir.

 

Çelişkiler,tereddütler,nedenler niçinler, ardı  arkaşı kesilmeyen

buhranlar,açmazlar.

Ve cevabı bir türlü bulunamayan sebep sonuç ilişkisi soruları.

 

Vicdan öyle bir mekanizma ki, yetkiyi  sadece ilahi iradenin kendisine yüklemiş olduğu anlamdan alır.

Sorgular, suçlar, yargılar..sonuçlandırır yani hüküm verir.

Bazen  mahkumiyetle bazen  beraatle sonuçlanan süreçler yaşarız

Günübirlik, anlık , gecelik…..

Bir anlamda savcı hakim avukat oluverir.

Ancak sadece ve sadece doğruyu,gerçeği,önceler.

İltimas,kayırma,torpil yoktur.

Rahatınız yada rahatsızlığınız olur.

 

 

 

 

 

 

İçimizde mahkeme kuruyormuyuz.İçimizdeki yargı sisteminin suskunluğu mu bizi başka  hakimlerin önüne çıkaran. Yoksa,içimizdeki özyargı sisteminin kalitesi mi?

 

İçimizdeki  Hakim vicdanımız

İçimzideki  savcı değerlerimiz

İçimizdeki avukat arzularımız ,özlemlerimiz, beklentilerimiz.

 

İçimizde hergün kurulan  mahkeme bir şekilde  bizim için bir hüküm veriyor.Yaratıcı kudretin onu yerleştirdiği en  emin bir  yerde yapıyor  görevini her şeye rağmen. Hiç taviz vermeden  dış dünyanın  tüm etkilerinden  uzak torpil geçmeden, içinde saklı olduğu insana rağmen.Onunla  kavga etme, ters düşme  pahasına. O beden  içinde  sadece  doğruyu haykıran bir ilahi ses  olarak yapıyor görevini.

 

İnsan  hayatını onore  eden  onu diğer  varlıklardan ayıran en  mühim özelliklerden birinin

Otokontrol yani insanın kendisini muhakeme  edebilecek bir düzeye ulaşması  değil midir?

Problemin değil ,çözümün bir parçası olmaya  aday olmak

Yada problemin bir parçası olarak  meseleyi içinden çıkılamaz hale  getirmekte insanın işidir.

 

Modern zamanlar insanının ,gelişen teknolojinin gri , gümüş ve metalik tonlarında ‘’vicdan’’ hassasiyetini kaybedişini hüzünle  izlemek zorunda kalmak bir kader midir?

 

 

 

Haksızlıklarımız,yanlışlarımızgünahlarımız.

Duygularımız,önyargılarımız,zaaflarımız…..

Örtmeye çalışsak,duymazdan gelsek,işi gürültüye patırtıya  çatırtıya  getirip kendimizden  kaçmaya  çalışsak da …

İlk fırsatta ortalık yatışınca, baş yastığa değince,Kulağımıza  üflenen mahkumiyet kararına itiraza dermanımız kalmıyacaktır.

 

Merhum  Necip Fazılın dediği gibi ‘’İnsandan kaçmak kolay kendimden kaçabilsem’’ noktasına  gelmektir önemli olan.

 

Hayatı çekilmez bi  kavgaya mı  dönüştürdük?Bizden güzel,bizden haklı, bizden üstün ,bizden sevgili, bizden sevimli ,bizden akıllı ,bizden mağdur, olanları görmezden gelirsek kendimizi nasıl  tanırız?Kimseye  inanmamak  ,güvenmemek kendi içimizdeki vefaszılığın  dışa  vurumu olmasın sakın. Kendimizi sevemediğimiz için mi başkalarını  sevemiyoruz?

Ya bu  çelişki ve mücadelede yorgun düşüp tükeneceğiz.

Yada  hakikatin bize gösterdiği güzel zamanlara doğru yol alacağız.

Ortası yok.