27 Aralık günü, bundan 80 yıl önce 1936 yılında aramızdan ayrılan İstiklal Marşı şairmiz Mehmet Akif Ersoy’un, ölüm yıldönümüydü. Allah rahmet eylesin.

 

Şiiri, ömrü ve şahsiyeti hakkında yıllardır çok şey yazılıp çizilen, kitaplar yayınlanan, etkinlikler yapılan Akif, milletin sadece meselelerine değil, kalbine de dokunmasını bilmiş ve orada hak ettiği yeri almıştır.

 

Cemil Meriç , aydını, "kuledeki gözcü" olarak tanımlar, "o, tehlikeleri görür ve toplumunu bunlardan haberdar eder." der. Çok haklı.

 

Mehmet Akif, Yahya Kemal'in "MEHLİKA SULTANA AŞIK YEDİ GENÇ"le sembolleştirdiği yıkılan imparatorluğun toplumuna yabancılaşan aydın tipi arasında hiçbir zaman yer almadı.

 

Akif, toplumuna yabancılaşmadığı gibi, onun içinden bir ses olma vasfını asla yitirmemiştir. Onda gördüğü yanlış noktaları eleştirmiş, ama ona asla yukarıdan bakmamış, onu küçümsememiştir. Onun için olsa olsa toplumunun vicdanı olmuş bir aydın denilebilir:

 

Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem

Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım!

 

O bir ahlak adamıdır. "Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" diyen Peygamber'in döneminde yaşamasa da, onun yolunda olmak suretiyle, sahabe vasfını göstermenin mümkün olacağının örneğini vermiştir.

 

Yazdıkları ortada ve değeri takdirlerin üstünde amenna, ama Akif'in asıl büyük eseri Safahat'ı değil, hayatı ve şahsiyetidir diye düşünüyorum. O, her dönemde müslüman şahsiyetin, sahabe ahlakıyla yaşamasının mümkün olduğunu bize göstermiştir.

 

Budur cihanda benim en beğendiğim meslek

Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek!

 

"Onu yeni nesillere rol model olarak sunmalıyız" diye düşünürken, diğer yandan kendi hayatımıza yansıtamamış olmanın mahcubiyetini duyuyorum.


"Eğer bir ahlak abidesi dikilmek istense bir yere, 
Kendisinin rıza göstermeyeceğini bilsem de,
Bir Akif heykeli dikilmelidir oraya!" diyerek sözlerime son veriyorum.

 

Selam ve sevgiyle...