Geldik dünya denilen pazara, bir parça kefen alıp döndük mezara demişler büyüklerimiz. Hakikaten bu kadar kısa olan bu hayat nasıl bizi bu kadar hatalara sürükleyip savuruyor diye düşünmemek bile ayrı bir hayret konusu değil mi?

K. Kerim’de, “Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir.” (Ali İmran 185)Yine “Aranızda ölümü takdir eden biziz. Ve biz, önüne geçilebileceklerden değiliz.” “Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir âlemde tekrar var edelim diye (ölümü takdir ettik).” ( Vakıa-60.-61)

Ölüme inanmak zorunlu bir şey. İsteyen de inanmasın, dikili kalan bir insan olmamış bu güne dek. Bu kadar kesin olan bir olaya kayıtsız kalmak için ya sarhoş, ya uyuyor, ya baygın, ya da akli dengemizi kaybetmiş olmamız lazım.

İmamı gazali diyor ki ‘’Mezardakilerin pişman oldukları şeyler yüzünden, dünyadakiler birbirlerini kırıp geçiriyor.’’ İnsanın sağlığı yerindeyken, kendi kendine yeterli iken her şeyi en iyi kendinin bildiğini iddia eder. Ancak ölüm döşeğinde pişmanlık duyar.”

İnsanoğlu kendini her yönden (mal, makam v.s.) yeterli gördüğü zaman azı verir.”(alak 6-7) Zenginliğin insanı azdırması insanın doğasında vardır. Allah ile bağını kopartarak zenginleşen insanın sonu hüsrandır.

Hiç kimselerin etkisinde olmadan verdiğimiz birçok karar vardır. Ama bir müddet sonra ‘keşke yapmasaydım’ diyoruz. Pişman oluyoruz. Sonunda pişman olacağımız bir işi neden yapıyoruz?

İlerisini neden göremiyoruz?

Hani aklımız vardı?

Mantığımız vardı?

Bu demek oluyor ki kendi kendimize yeterli değiliz. Allahu Taala’nın uyarılarına muhtacız. Aklımız sınırlı ve olayların nereye varacağını her zaman kestiremeyiz.

Nefis ve şeytan insanı iç dünyasında ikna edip, ölümle yüzleştirmezse, ölümün, hesabın, dirilişin, cennet – cehennemin lüzumsuzluğuna da inanır oluruz. Bunu şu şekilde bir örnekle açıklayalım.

Anne karnındaki bir çocuğun ağzı, gözü, kulağı, eli, ayağı vardır. Bütün azaları tam tekmil verilmiştir. Halbuki bunların hiçbirine orada lüzum yok. Orada çocuk, gıdasını göbeğinden annesine bağlı bir hortumla almaktadır.

 Şimdi bu çocuk: ‘Ya Rabbi! dese, bu hortum bana yetiyor. Bu kadar organa ne gerek var ki? Bunlar hiçbir işime yaramıyor.’  

Herhalde cevaben Allah şöyle buyururdu; ‘Acele  etme kulum, aklın almadığı şeylere sokma. Sen kısa bir müddet sonra öyle bir aleme gideceksin ki burada 'her şeyim' dediğin hortum, orada hiçbir şeye yaramayacak, kesilip atılacak. Lüzumsuz sandığın azaların en lüzumlu cihaz durumuna geçecek.’

O çocuk bu gerçeklere inanmasa ve bir inkârcı olarak dünyaya gelse, hakikaten hortumun ise yaramadığını, kesilip atıldığını; lüzumsuz dediği organların yeni hayatın vazgeçilmezleri olduğunu gördüğünde ne hisseder?

Su anda bizde, tıpkı o çocuk gibi dünyanın karnındayız. 9 ay, 9 sene veya 90 sene sonra bir başka dünyaya doğacağız. O dünyanın adi ahiret. Biz şuanda dünya anamıza maddi hortumlarla, midemiz ile bağlıyız.  

Eğer biz: ‘İşte geçinip gidiyoruz. Ya Rabbi! Şu namaza, oruca, hacca, zekata, dine, imana, İslam’a ne lüzum vardı?’ Diyorsak, Rabbimizden şöyle bir cevap alacağımız muhakkak!

Ey kulum! Kısa bir müddet sonra bu dünyadan çıkacaksınız. Öyle bir aleme götürüleceksiniz ki orada 'herzeyim' dediğiniz bu maddi hortumların hiçbiri işe yaramayacak. Lüzumsuz sandığınız namaz gibi, zekat gibi, hac gibi ibadetler de en lüzumlu şeyler olacak. Orada insanlara arabasına, parasına, servetine ve suretine göre değil; kalbine ameline ve ibadetine, namazına göre değer verilecek. Yani orada ibadetleriniz size el, ayak, dil, dudak, villa, havuz, berat vs. olacak, sonu olmayan zenginlik ve saadet olacak, kısaca Cennet olacak.’  

Öyleyse aklımıza, nefsimize, şeytana, çevremizdeki şaşırmışlara, dünyalık menfaatlere, bitmeyen isteklere kendimizi kaptırmamız bir ahmaklık belirtisi olabilir. İyi düşünmek lazım. Doğru karar vermek lazım. Pişman olmayacağımız bir hayat sürdürmemiz lazım. Bu iş için de içinde bulunduğumuz Ramazan ayı tam bir başlangıç fırsatı da olabilir.

Allah sıratı müstakimden ayırmasın..