Bin Sekiz Yüz Altmış Sekiz…

Pek bilmez kimse, ilk adı Ömer’di. Ömer Fahreddin!

‘Adil olsun, kılı kırk yarsın; mazluma şefkat, zalime hiddet olsun!’ diye.

Akıncı önderi Bali Bey’in soyundandı Fahreddin…  

‘Evlad-ı Fatihan’ derler.

Osmanlı yurdu Batı Trakya’da gözlerini açtığında, Osmanlı, dönmelerden çok döneklerce istilaya uğruyordu.

Abdülaziz Han, ne kadar çırpındıysa da, ablukayı yaramıyor, işbirlikçi kuşatmayı kıramıyordu.

Çok geçmemişti ki, Hüseyin Avni ve Mithat Paşa kumpasıyla, bilek damarları jiletlenerek şehit edilmişti.

Doksan Üç Harbi derler, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Fahreddin dokuz on yaşlarında idi. Plevne kazanılsaydı, Osmanlı yeniden Viyana önlerine gidebilecekti. Olmadı.

Çünkü masonik cunta planıyla, batıda Gazi Osman Paşa’nın, doğuda Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın kaybetmesi gerekiyordu. Osmanlı’da güçlü bir isim kalmamalıydı.

Batıyı ve doğuyu birleştirecek özgürlük kolyesi kırılmıştı.

Fahreddin ve köylüleri, getirebildikleri ne varsa kağnılara koydular ve Payitaht İstanbul’un yolunu tuttular.

Acıları, Fahreddin’i, asker olmaya zorladı. Ülke yangın yerine dönmüşken oturup roman yazılmazdı.

Erkan-ı Harbiye Mektebi’ni birincilikle bitirdikten sonra, yirmi üçünde Kurmay Yüzbaşı idi.

On üç sene sonra bu sefer, fetih için döndü, doğduğu topraklara…

Evine ocağına hasret bırakan Bulgar’dan, Rusçuk’u alamasa da, Edirne’yi aldı.

Birinci Cihan Harbi, Fahreddin Paşa’ya, Taşnak Hınçak Ermeni artıklarını temizleme fırsatı verdi.

4. Ordu’ya bağlı 12. Kolordu Komutanı idi. Kısa süre sonra da 4. Ordu Komutanı…

Türk, Kürt, Zaza, Arap güçlerle kurduğu orduyla Haçlı sürüsünü dağıttı, Büyük Ermenistan’ın kurulmasına mani oldu.

Haçin, Urfa, Zeytun, Musadağı… onu bağrına bastı. Hamidiye Alayları yeniden canlanmıştı.

İki yıl cepheden cepheye koşarken, Cemal Paşa ona yeni bir vazife verdi:

Medine Müdafaası!

İki yıl, yedi ay, on gün…. dile kolay!

Şerif Hüseyin, çapulcularıyla zorluyor, Abdülhamid’in yaptırdığı rayları bozuyor, Fahreddin Paşa, mücahidlerle, sabaha kadar tren yolunu onarıyordu.

Osmanlı ordusu, kah çekirge kızartıyor kah buğday kaynatıyor kah hurma yiyordu.

Şerif Hüseyin ne kadar çırpınsa da Mekke’de, Taif’te, Yemen’de, Bağdat’ta, Şam’da, Trablus’ta, Beyrut’ta… isyan çıkartmayı başaramıyordu.

Çünkü Arap halkı biliyordu ki, Şerif Hüseyin, İngiliz malı, Lavrens uşağı, Ebu Cehil’in uyanan hücresi bir çıfıttı.

Su uyur düşman uyumazdı!

Araplar bizi arkadan vurdu, zırvası kocaman bir manipüle tarih yalanıydı.

Eğer arkadan vurmaktan bahsedilecekse, Timur’a, Uzun Hasan’a, 31 Mart’a… bakmak daha isabetli olurdu.

Fahreddin Paşa’nın, Kudüs’ü savunmak için kuzeye çekilen Osmanlı ordusu ile bir anda irtibatı kesildi. Yerel halktan aldığı destekle ve moralle direnmeye devam etti.

Medine’de Ebu Cehiller varsa Ebubekirler de vardı.

30 Ekim 1918 Mondros, Basel, Sykes Pıcot ve Balfour gibi, haritaların değiştirilme planı idi.

Fahreddin Paşa, “Medine’yi bırak, dön!” çağrılarına sert cevap verdi:

“Peygamberimin şehrini kimseye teslim etmem!”

On Üç Ocak Bin Dokuz Yüz On Dokuz…

Yetmiş iki acı gün yaşadı. İngilizler, kuşatmayı daraltıyordu. Şehit ola ola yanında bir manga askeri kalmıştı.

Uzaktan, İngilizlerin geldiğini gördü. Peygamberimizin kabrindeki demir parmaklıkları sıktı sıktı.

Zorla ellerini ayırdılar ve Malta’ya götürdüler.

O, Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa idi.

Kafkas Kartalı Şeyh Şamil’den aldığı sancağı, Çöl Arslanı Ömer Muhtar’a, gururla ve başı dik teslim edecekti.