“Geldik işte! Şu dağların ardında, aradığın! Burada başlar, hayat yolculuğu!”
“Ya otuz yıl? Yaşamamış mı, hiç gelmemiş mi dünyaya?
Hatırası, hayalleri… Dünü, yarını…!”
“Saati işlemiş, o durmuş; bunca sene. ‘Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuş…’
Derin bir pişmanlıkmış, aykırı bir duruş!”
“Sen tut, İstanbul’u, Sorbon’u bırak; Şemdinlili Kürt Hoca’nın izini sür, koş gel buralara.”
“Düz mantıkla anlaşılmaz elbet. Yaşamak gerek. Kavramlar dünyasının kurbanı sen!
Beğenmezsin ıhlamur kokulu dağları, çağıl çağıl akan suları.
Bilmezsin, kuzuyu doğar doğmaz kucağına almayı, alnına kına sürmeyi.
Ezanla karşılamayı hayatı, ‘İlk O’nu duysun!’ diye adını vermeyi.
‘Mecburi hizmet’ dersin, ‘doğu görevi’ diye kestirip atarsın. Işık doğudan gelir, Büyük Doğu’dur adı.
“Duyuyor musun?”
“Neyi?”
“Nuh’un gemisi karaya oturuyor sanki. Tufan Günü yakınlarda bir yerde, Cudi’de. İşte ayak bastığın yerde kuruldu, Hak Batıl terazisi.
İbrahim, on yedisinde bir bilekti Harran’da. Eyyup, çıktı doruğa sabrıyla, Urfa’da.
Anladın mı şimdi, Maraşlı Şair’i çekeni? Kapanmayan bir dertti. Solgundu benzi, sararmıştı rengi. Seyyid Taha’nın fendi, Sorbon’u yendi.”
“Onun için getirdin buralara! Yüzleşeyim Anadolu’yla, helalleşeyim toprağıyla.”
“Vasiyeti vardı, lakin getirmediler yerine. ‘Taha’nın yanına gömün!’ diye.”
“Köyüne gidelim Taha’nın!”
“Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Hanemize neşe kattınız. Demek, Üstadın izini sürersiniz. Ne iyi ettiniz de geldiniz!
Sıra dışı kitabını burada düşündü, uzaklardan gelen sese kulak verdi. Adını da şu minderde koydu kitabının.
‘Son Devrin Din Mazlumları olsun adı.’
Piranlı Hoca çekilirken dar ağacına, yirmi ikisindeymiş şair, bilmezmiş o zamanlar. Bohem hayatıymış sürdüğü. Nice sonra berraklaşınca zihin, anlamış o vakit:
‘İnananı çizin!’
Silistreli’ye yapılan, gitmezmiş hayalinden. Ayırmazmış hiçbir şey, Sonsuzluk Emeli’nden.
Erbilli gatakulliye gelmiş, Menemen’in bağrında. Onulmaz bir yaraymış, Yirmi Beş’in baharında.”
“Herşeyi paylaşmış sizinle. Siz Kürt, o Türk!”
“İnsan anlaşmaz, söz ile kelam ile. Lakin anlaşır insan, lisan-ı hal ile. Bir Büyük Medeniyettir birlikte kurduğumuz. Yalnız O’nadır yalnız, Bir Olan’a kulluğumuz!”
“Kalk gidelim, yol uzun. Yaylalardan aşalım, ırmaklardan geçelim. Rastlarız bir çobana, talim ederiz ayrana, içeriz kana kana, şükrederiz Yaradan’a!”
“Duyuyor musun?”
“Yine neyi?”
“İstiklal rafa kalktı, kaldı ‘Mahkemeleri.’ Yüz binler Hakk’a yürür, kanla dolar bentleri. Fırat ile Dicle’nin ahını kimse duymaz, götürürler bir anda hesabını sorar sormaz.”
“Şu Şair’in derdine bak, bir eli yağda bir eli balda geçerken ömrü, vurmuş kendini dağlara, yaralıymış belli, gönlü.”
“İşte göründü Maraş, emir gelir Sütçü İmam’dan: Sonuna kadar savaş!”
“Uzunoluk dedikleri, demek burası. Kısakürek şaire ilham katan, Maraşlının duası. Bir kere çıkıp dönmeyen evine, yiğitlerin yuvası.
Şair olmaz mı insan, havasına suyuna…! Zarifoğlu Cahit’tir, Beyazıt bir Erdem. Kapılan rüzgarına.”
Arvaslı’yla kesişir, yolları Anadolu’da. Tek satır yazmaz, dünyasından kopunca.
‘Bak incele, var mı edebe ters. Sonra girerim vebale, lanet okur bana herkes!’
Sağlam bir bağdır, Arvaslı’ya uzanan. Bağlum’a düşer yolu, odur mezarını kazan. Islatır gözyaşları kefenini, bezini. Van’dan gelen nefestir, haykırırken sesini.”
‘Konuşturman, vurun. Sokun tabutluklara. Ola ki konuşursa, foyamız çıkar meydana.
Sen misin tek başına, çılgınca eleştiren. Dokunulmaz kılmadık mı, çıkmasın sakın ortaya.
Sonra benden sorarlar, hesabını On İki Ada’nın,
Milli Şef’tir adımız, sarsılmasın itibarımız!’
“İşte duydun duyacağını.
Paşakapısı, Üstad’ın ruh iklimi okulu. Şu kodeste geçti, yıllarının pek çoğu. Şu pencereye konardı Yusufcuk, şu meydanda gördü Ali’nin idamını,’Boynunda yafta.’
Volta atarken maltada, geleceği kurardı. Çıkar çıkmaz soluğu Cağaloğlu’nda alırdı.
Sesler kenetlenir, harfler dize gelir, kaçardı uykusu Malatyalı Rotaryen’in. Sireni hiç susmazdı, Mecidiyeköy Şube’nin.
Kireci yeni vurulmuş duvarları özlerdi. Şimdi bütün mahkumlar kapısını gözlerdi. Hayat devam ediyor, mapushane damında. Ömür ‘Nihayet!’ diyor, bir bahar sabahında.
‘Ölüler, yaşayanlardan daha fazla konuşurmuş.’ Bunu gördüm naaşında. Sığmadı yüz binler sığmadı, Fatih’in avlusuna.
Bir birliğin eseri, arkana düşen erler; Şemdinli’den Eyüp’e fethe yürür neferler!
Yaşarken çok bekledin, işte şimdi hayalin! Haliç’e bakan yamaç! Bu senin pürmelalin
“Selam sana ey şair! İşte yanı başındayım!
Görmek nasip olmadı, dinledim lakin sözünü.
‘Çile’sini sen çektin, gittin Öte Diyar’a.
Yanmaktadır günbegün, Bağdat ile Diyala!