Belediyecilik, sandıktan çıkınca değil, sokakta görünce başlar. Belediyecilik siyasetten çok, bir vicdan ve hizmet meselesidir. Oy veren ya da vermeyen ayrımı yapmaksızın herkesin belediyesi olmak gerekir.
Çünkü belediyecilik, siyasi kimlik değil, hizmet üretme işidir. Bunu unutup da iktidarı bir lütuf gibi gören her yönetici, er ya da geç halkla karşı karşıya gelir.
Son zamanlarda bazı belediye başkanlarının koltuğa oturur oturmaz değiştiğini, halka kapılarını kapattığını, “Ben yaptım oldu” anlayışına büründüğünü görüyoruz. Demokrasiye sadece seçim sürecinde öykünen, ama göreve gelince halkla bağını koparan bir anlayış egemen oluyor. Oysa halkçı, demokrat, katılımcı belediyecilik seçimle sınırlı değildir. Asıl demokrasi, göreve geldikten sonra başlar.
Belediye başkanlığı bir güç gösterisi değildir. “Ben güçlüyüm, ben ne dersem o olur” tavrı; halktan kopuk, buyurgan ve kibirli bir yönetimin göstergesidir. Unutulmamalıdır ki halk, kendisine hizmet etsin diye yetki verir. O yetki, halkın sesine kulak verilmediği an, anlamını yitirir.
Yapılacak her hizmette halkın görüşünü almak, mahallelinin fikrine başvurmak, STK’larla istişare etmek esastır. Şeffaflık, hesap verebilirlik, katılımcılık; modern belediyeciliğin temelidir. Aksi takdirde, toplumdan uzaklaşırsınız, yalnızlaşırsınız ve sonunda da hesap günü geldiğinde halk size gereken cevabı verir.
Kısacası; belediye başkanı olmak bir makam değil, bir emanet işidir. Unutanlara hatırlatmak görevimizdir.