Çok uzun süre yönetici olanlar da ya da bir sistemin başında çok uzun süre kalanlar da birkaç tane sendrom olur mesela büyük krallar da ya da uzun süre hükmeden hükümdarlarda Tanrılık sendromu oluşur.

 

 

Çok uzun süre makamda koltukta oturanlar da bir koltuk sendromu oluşur ve kendini vazgeçilmez ya da her şeyi kendinden bilir kendine yontar. İnsan nefsi alkışlandıkça daha da kabarır daha da büyür. Âmâ hayatta işin gerçeği şu ki mezarlıklar kendini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur. Bu sebeple ne olursa olsun biraz alçakgönüllü olmak lazım, özellikle yöneticiyseniz özellikle siyasi bir noktadaysanız, özellikle makam ve mevki sahibi iseniz seçilerek de geliyor olsanız her şeyi kendinden, kendinizden bilmeniz gerekiyor ya da partinizden bilmemeniz gerekiyor.

Son günlerde basında da yazıldığı için ben de yorum yapma gereği duyuyorum, evet partinize hizmet etmiş, iki dönem, üç dönem, dört dönem belediye başkanlığı yapmış insanları belediye başkanlarının isimlerinin açıklanacağı, ya da böyle bir ihtimalin olduğu bir toplantıya çağırıp, sonra da onların isimlerini değil başka birilerinin isimlerini açıklıyor olmanızın hiçbir affedilir ya da hiçbir mazereti yok. Gerçekten bu insanların ciddi biçimde gururlarını kırıp, haysiyetlerini zedelemiş ve itibarlarını yok etmiş oluyorsunuz. Bunun savunulacak hiçbir tarafı yok. Bu savunulamaz ve aslında tabii ki ne oldu, nasıl oldu, olaylar nasıl gelişti, o işin ayrı bir tarafı ama sonuç kötü ve sonuçta bu çok büyük bir hata.

İkincisi, belediye başkan adaylarınızı teşkilatın, halkın tanımadığı bilmediği, istemediği insanlardan seçmeniz de büyük bir hata. Ismarlama adaylar getirip, nasıl olsa biz güçlüyüz, nasıl olsa biz kazanırız, kim olursa olsun kazanabiliriz mantığıyla getirmeniz de geri dönülemez bir hata. Bu hata da ciddi onulamaz sonuçları beraberinde getiriyor.

Üçüncü ve önemli bir nokta aslında kural gereği, devlet memuru olan insanların önce istifa edip aday adayı ya da aday olmaları, sonra da kazanamazlarsa tekrar görevlerine dönmeleri de bir hata.

Çünkü artık saflarını belli etmiş olan, herhangi bir siyasi partinin bağlısı olduğunu belli etmiş birinin, tekrar devlet memuriyetine dönmesi sonuçları liyakatsizliğe doğru giden, taassubiyeti ve sırtını patiye dayamış olmanın getirdiği kendini beğenmişlik ve iş yapmazlık sonuçlarını oluşturan bir hatalar zincirini oluşturuyor.

Çünkü devlet memuriyetinin gerektirdiği makamlar, siyasi taassup, siyasi parti bağlılığı gerektirmeden tamamen liyakate dayalı makamlardır. O yüzden devletin devamlılığı vardır. Dolayısıyla herhangi biri memuriyet görevinden ve hatta asli memuriyet görevinden istifa edip, aday adayı olup aday olup safını belirleyip siyasi tercihini belirleyip sonrasında da kazanamadığında ya da istediği gerçekleşmediğinde tekrar devlet görevine, ya da aynı görevine iade olması hiç de hoş bir durum değildir. O kişinin siyasi tercihleri belli, bu her türlü kullanılabilir. İyi niyetli ve kötü niyetli kullanılabilecek bir sürü durum oluşturuyor.

Şimdi her şeyi kendimden bilmek meselesini örneklemek gerekirse; bununla bir arkadaşımızın başına gelen çok ilginç bir örnek var.  Yıllar öncesinde, İstanbul Büyükşehrin büyük anonim şirketlerinden birinin müdürü olan bir arkadaşımızı iftara davet etmek için randevu bile alamamıştık sekreterinden, çünkü her günü doluydu. Her gün bir yere iftara davetliydi. Bir sonraki yıl görevinden ayrıldı ve yine o yılın ramazan ayında iftar daveti için kendisi arandığında her gün müsait olduğunu söyledi. Yani geçen yıl hiçbir günü müsait olmayan bir arkadaşımız makamı kaybedildikten sonra her gün müsaitti. Sonrasında kendisiyle oturup konuşulduğunda, görevinden ayrıldıktan sonra hiç kimsenin onu iftara bile davet etmediğini söylemiş.

Koltukları, makamları, mevkileri kendinizden bilebilirsiniz. Kendinizden ya da insanların siz o makamda o mevkide o koltukta oturduğunuzda size gösterdikleri saygıyı, samimiyeti, yakınlığı kendinizden görebilirsiniz. Ama o belki de sizden değil sadece koltuğunuza hastır.

Nasrettin hocamızın ‘ye kürküm ye’ fıkrası vardır. Çok büyük ders alınması gereken bir fıkra.

Bunu da şuna istinaden söylüyorum. Ben şu kadar dönemdir seçildim. Bu kadar dönemdir böyle işte ben yaptım, ben ettim, ben olmasam olmazdı. Yaklaşımının da ne kadar hatalı olduğunu görüyorum. O kadar dönem seçilen bir adam, iki partiden bir sonrasında bağımsız girdiğinde, ya da başka bir partiden girdiğinde bakalım seçilebiliyor mu? O zaman anlaşılıyor bu kişinin kendinin ne kadar etkisi olduğu, ya da şahıs olarak ne kadar etkili olup olmadığı...

Bireysel saygınlıklar, bireysel yaklaşımlar bir çok şeyi etkilediği doğrudur. Çünkü kişi önce kimliği, karakteri ile var olur, saygınlık kazanır. Sonrasında makamı, mevkisi de oturduğu koltuklarda o saygınlığı arttırır. O, saygınlığa saygınlık katar. Bu sürecin doğru yönde ilerlemesi, hem kişiye hem de o makama bir diğer katar. Ancak belirli bir süreç geçtikten sonra, eğer koltuk sendromu ve Tanrılık sendromu başlamışsa bu işte hem kişi, hem makam için çok tehlikeli bir durumdur.

O yüzden insanların aynı makamda, aynı mevkide çok uzun yıllar oturmaları çok doğru değil. Siyasette de iki dönem, üç dönem kuralı her neyse, uygulanması doğru bir kural aslında ve bu kuralın ne olursa olsun esnetilmemesi gerekir.

İnandığı şeyleri ya yapan insanların enerjileri asla tükenmez.

Goethe.