Türkiye son yıllarda yalnızca ekonomik ve siyasi dalgalanmalarla değil, sokakta, trafikte, evde, sosyal medyada kendini hissettiren görünür bir öfke artışıyla da mücadele ediyor. İnsanlar adeta patlamaya hazır geziyor. Peki bu tablo nasıl oluştu?
Psikolojiye göre öfke çoğu zaman ikincil bir duygu. Asıl neden; kaygı, çaresizlik, belirsizlik ve kontrol kaybı. Uzun süredir devam eden ekonomik baskı, günlük stres ve sürekli tetikleyen sosyal medya, toplumun öfke eşiğini aşağı çekti.
Bilimsel olarak bakıldığında kronik stres, beynin “düşün” diyen kısmı olan prefrontal korteksi zayıflatıyor; “savaş ya da kaç” tepkisini yöneten amigdalayı güçlendiriyor. Bu nedenle bugün trafikteki en küçük tartışmanın bile birkaç saniyede büyümesi şaşırtıcı değil.
Öfkenin en tehlikeli yansıması ise aile içinde görülüyor. Evler artık bir sığınak olmaktan çıkıp stresin en yoğun taşındığı yer hâline geldi. Bu durum çocukların duygu yönetimini bozuyor, ilişkileri zayıflatıyor ve toplumsal öfkeyi bir sonraki nesle taşıyor.
Bu tablo bireysel çabayla çözülemez; çünkü sorun bireysel değil, kolektif. Belediyelerde psikolojik danışma merkezlerinin çoğalması, stres yönetimi programları, sosyal medya bilinci ve aile içi iletişim eğitimleri artık lüks değil, ihtiyaç.
Sonuç açık: Türkiye’de öfke artmıyor, birikiyor. Ve bu birikimi azaltmanın yolu cezadan değil; anlamaktan, empati kurmaktan ve toplumsal iyileşmeyi hedeflemekten geçiyor.