‘Bir şeyin maliyeti, o şey karşısında hemen ya da uzun vadede verilmesi gereken ömür miktarıdır’ der Amerikalı yazar ve düşünür Henry David Thoreau.
1817 -1862 yıllarında yaşamış, 20. yüzyılı görmemiş olmasına rağmen, bedel konusunda yapılabilecek en yerinde tanımı sunmuştur bizlere.
Sanayileşmenin iyice hız kazandığı yıllarda, henüz ihtiyacımız olduğunu bile bilmeden önümüze serilen hizmetlerin bedeli talep edilmeye başlandı. En temel ihtiyaçlardan biri olan barınma, ama nasıl barınma, Thoreau’nun bu fikirlere ulaşmasını sağlayan orman içinde yaşadığı bir kulübede barınma mı, mütevazı bir müstakil ev mi, rezidans mı, malikane mi? Isınma, kömür sobası mı, doğal gaz mı, alttan ısıtmalı zemine görsel şölen olarak eklenen şömine mi? Manzaranız yeşillik mi, deniz mi, zeminin de altında kalan bodrum katlarının küçük havalandırmalarından görünen, kaldırımda yürüyen insanlara ait bacakların dizden altta kısımları mı?
Evinizin kirası için ödediğiniz bedel gerçekten cüzdanınızdan çıkardığınız banknotlar, banka hesabınızdan eksilen bakiye mi? O miktarı kazanmak için kaç saat çalıştınız? Çalıştığınız işe sahip olmak için ne kadar eğitim aldınız? O işi severek mi yapıyorsunuz? O işi yaparken gerçekten arzu ettiğiniz ne kadar çok şeyi yapma fırsatını kaçırıyorsunuz? Sevdiğiniz insanlarla, çocuklarınızla, ailenizle keyifle geçireceğiniz zamanın ne kadarını işiniz alıyor?. O iş zamanla sizin fiziksel ve ruhsal sağlığınıza ne kadar zarar veriyor? İşte oturduğunuz evin kira bedeli gerçekte budur.
Evin deprem vergisi, çöp vergisi, su faturası, elektrik ve doğalgaz bedeli, telefon faturaları, internet faturaları, ücretli kanalların faturaları, bina aidatı, izlemediğiniz TRT’nin katkı payı, çocukların okul masrafları, çantaları, birkaç ayda değişen ayak numaralarına göre yazlık, kışlık, baharlık ayakkabıları, arkadaşlarında görüp beğendikleri, çoğumuzun telaffuz edemediği isimlere sahip karakterlerin resimlerinin yer aldığı kıyafetleri, servis ücretleri, kurs ücretleri, özel ders ücretleri...
Satın aldığımız şeylere bu açıdan baktığımızda artık eskisi kadar değerli gelmiyor gözümüze. Uzun bir hayat yaşamak nasip olmuş kime sorarsanız sorun, yılların getirdiği bilgeliğin yanına pişmanlık eşlik eder. Daha çok çalışsaydım, daha çok eşyaya sahip olsaydım, evim daha temiz olsaydı, marka çantalarım, pahalı ayakkabılarım olamadı diye üzülen kimse olmaz. Tadını çıkartamadığımız kıymetli anlar, gidilemeyen yerler, tutulamayan sözlerdir insanları pişman eden.
‘Canımızı dişimize takmış, Maine’den Texsas’a manyetik telgraf hattı çekmeye çalışıyoruz ama Main’le Texsas’ın konuşacak önemli bir şeyleri yoktur belki de’ diyen Throeu, bir de bizim bugünkü halimizi görseydi neler yazardı kim bilir?
Ömrümüzün kısa ve uzun vadede ne kadarını veriyoruz bütün bu şeylere sahip olmak için?
Daha iyi yaşamak için yaşamımızı feda ediyoruz. Kendi satın aldığımız prangaları sürükleyerek geziyoruz.