En büyük özelliğimiz “Düşünme” yeteneğimizi en verimsiz kullandığımız bir zamanda yaşıyoruz. Düşüncemiz, tefekkürümüz başkalarınca yönlendiriliyor. Biz biz değiliz adeta. Yaşadığımız zamanda çok hızlıyız, bir çok işimizi cihaz ve makinalarla yapıyoruz. Ama zaman bize hiç yetmiyor, bereketi tükenmiş zamanın. Ömür bitiyor, bir gün gibi bir hayat kalıyor hafızamızda.

Her nimete ulaşıyoruz az veya çok. Ama hep isyandayız, hep şikayetçiyiz, hayatımızı hiç beğenmiyoruz. Hep başkalarına imreniyoruz, hep en tepedekine kilitleniyoruz. Hiç mutlu olamıyoruz. Her şeyimiz olsa da hiçbir şeyimiz yokmuş gibi, dımdızlak ve kimsesiz hissediyoruz kendimizi.

Şikayet edenlerin çoğalması, bizi de şikayetçiler arasına itiyor. Başkalarının mutsuz hayatı bizim hayatımız oluyor. Kimseye nasihatte bulunamadığımız gibi, kendi gönlümüze de laf dinletmeyi beceremiyoruz.

Dünyadaki katliamlar, toplu kıyımlar, açlık ve sefaletler, ailelerin tarumar edilişi, mülkiyetlerin yerle bir edildiği, başını sokacak bir gölgesi kalmayan insanlar bile bizi teselli etmiyor, ibret alamıyoruz. İsrail gibi haydut bir terör devletinin her gün değişik bir ülkeye saldırması, sınırlarımızı ihlal etmesi, komşularımıza bomba yağdırmasında bir ders alamıyoruz. Endişemiz yok, rahatız.

Kurbanlık hayvanların bıçak sırasında bekler gibi uyuşuk bir durumda beklerken, bir gün sonrasını hayal edemiyoruz. Dünyanın tarumar olması, ülkemizde yaşadığımız ciddi depremler, ahlak erezyonlarımız vs. hiçbir şey bizi değiştiremiyor.

Peki nedir bu handikap, kendini dağıtmışlık, mutsuzluk, kaygılarımıza teslim olmuşluk? Aslında yaşadığımız bu hayat içeriği neden bizi mutlu edemiyor. Veya biz neden bu mutluluğa ulaşamıyoruz.? Burada yazımızın başında Tolstoy’un paylaştığımız sözü önemli kanımca. Yaşadığın hayat seni mutlu etmez, senin hayata bakışını değiştirmen seni mutlu kılar diyor. Ben buna çok inanan bir insanım.

İslam dini de bize sunduğu hayat tarzıyla bu mutluluğu her zaman yakalamışız, eğer sunulanı yaşadıysak. Eskiden imkan yoktu, açlık, yokluk, imkansızlıklar çok yaygındı. Ama hayata bakışımızı Kuran’a göre belirleyince biz her an mutlu olabiliyorduk. Az ve basit şeylerle mutlu olmasını başarabiliyorduk. Makinesiz, el gücüyle çalışsak da huzurumuz daima vardı. Yorulurduk, sızlanırdık, karnımız tam doymazdı, ama yatağa yattığımızda uykumuzun bir tadı vardı ki, uyanamazdık. Biz Allaha, bu dünyanın geçiciliğine, nimetlerinin bir oyuncak olduğuna, yokluğun göreceli olduğuna ve hepsinden önemlisi, ahıret hayatının gerçekliğine inanırdık. Bu motivasyonlar her yokluğun bir nimet olduğunu hatırlatırdı bize. Ailemizde gülerdik, ağlardık, bazen dayak yerdik ama hep mutluyduk. Tabiatla boğuşurduk, yemeğe zor ulaşırdık, her nimeti tadamazdık, ama hayata bakışımız bu eksiklikleri bir mahrumiyet değil, bir sınav olarak algılardık. Savaşlardan kaçmayı bir korkaklık, savaşta ölmeyi bir zirve ödülü görürdük.

Özetle hayata bakış açımızı bulunduğumuz şart ve ortama göre, hatta zamana göre değiştirir ve mutluluğu bu şekilde canlı tutardık.

Ey zamanımızın insanı ve Müslümanı; düşünme melekeni ilahi kriterlerle harekete geçir, sonsuz temennilerden uzak dur. Var olana şükret, olmayana uşalmak için çalış ama yırtınma. Varlıklarını hoyratça kullanma. Yokluklarının bir gün varlığa dönüşebileceğini de hayal et. Bu hayale ulaşamazsan bile taşlanma. Veren de, alan da Allah’tır. Alana da verene de şükret. Kısa bir ömrünü olumsuz, karamsar bakışlarla karartma. Mutluluk elinde, ama elindeki mutluluğu görmek bir meziyet.Bunu başar, dünyanı da, ahiretini de ihya et.