Bağımlılık denildiğinde artık yalnızca madde ya da alkol akla gelmiyor. Günümüz insanı; telefona, sosyal medyaya, alışverişe, onaylanmaya ve sürekli meşgul olmaya bağımlı hale geldi. Üstelik bu bağımlılıklar çoğu zaman “normal” kabul ediliyor.
Bilimsel olarak baktığımızda bağımlılıkların merkezinde beynin ödül sistemi yer alır. Haz veren her davranışta salgılanan dopamin, beynin “tekrar et” komutudur. Ancak modern yaşam, bu sistemi doğal olmayan bir hızda uyarır. Sürekli bildirimler, beğeniler ve anlık hazlar, beynin doyma eşiğini yükseltir; kişi daha fazlasını ister.
Bağımlılık yalnızca biyolojik değildir. Psikolojik açıdan bağımlılıklar çoğu zaman kişinin duygularıyla baş etme biçimidir. Yalnızlık, kaygı, değersizlik ya da içsel boşluk tolere edilemediğinde; ekran, alışveriş ya da onay bir kaçış yolu haline gelir. Bu nedenle bağımlılık bir zayıflık değil, yanlış bir baş etme çabasıdır.
Günümüz bağımlılıklarını tehlikeli kılan en önemli unsur, toplum tarafından desteklenmeleridir. Oysa kontrol kaybı, bırakamama ve bırakıldığında huzursuzluk hissi varsa, bu durum bir alışkanlık değil bağımlılıktır.
Bağımlılıkla gerçek mücadele, sadece bir davranışı bırakmakla değil; o davranışın hangi ihtiyacı karşıladığını fark etmekle mümkündür. İnsan, içsel ihtiyaçlarını sağlıklı yollarla karşılamayı öğrendiğinde, bağımlılıklar anlamını yitirir.
Belki de bugün sormamız gereken soru şudur:
Biz neye bağımlıyız, yoksa neden kaçıyoruz?